11 Ekim 2015

PANAIT ISTRATI: BARAGAN'IN DİKENLERİ

Kitap adı: Baragan'ın Dikenleri
Orijinal adı: Les Chardons du Baragan
Yazar: Panait İstrati
Çevirmen: Alper Turan
İlk yayınladığı sene: 1928

Yayınevi: Fabula Kitap (1. Baskı-2015)
Sayfa sayısı: 116
ISBN: 978-605-9115-63-6








Panait İstrati rahmetli babamın en sevdiği yazarlardandı... 15-16 yaşlarındayken, yazları okul tatilken, sokakta oynamamıza sıcak diye izin verilmediği öğlen saatlerinde onun kitaplığına dalar, yaşımın anlamama izin vermemesine rağmen, kitaplığındaki klasikleri okurdum.. İşte o günlerde, Panait İstrati'nin kitaplarını da okumuştum ama geriye hiçbir şey kalmamıştı....

Babamın o zamanlarki yaşına ulaştığım bugünlerde, yeniden o yazarları keşfediyorum... Panait İstrati ile gerçek tanışmam da işte bu "keşif" amacıyla oldu... ve neden babamın bu yazardan bu kadar etkilendiği anlayabildim sonunda....

Baragan'ın Dikenleri, biten yazın tozlu, kurak ve özlem dolu günlerini andıran bir roman... Kahramanımız bir çocuk... Romanya'nın kırsalında, çocuksu hayalleri yaşamın acımasızlığına direnen bir çocuk.... Fakirliğin, yoksulluğun ve gücün acımasızlığının lime lime ettiği yaşamında, Baragan'ın dikenlerinin peşinden koşarak kaderini "yaratan" bir çocuk....

Roman, bize Romanya'nın köylerindeki acımasız düzeni anlatıyor ama esasında tüm dünyaya hakim olan adaletsizliği göz önüne seriyor... Köylünün yaşam savaşını ve sonuç vermeyen, boşa giden başkaldırısını resmediyor... Kitabın sayfalarında ilerledikçe, dünyanın değişmeyen düzenine lanet okuyorsunuz... ve ümidinizi yitiriyorsunuz ve sonra bir bakıyorsunuz, yaşam devam etmiş.... küçük güzellikler ve mutluluklar, düzenin boğucu kötücüllüğünü herşeye rağmen gölgelemiş....

Hızla okunan, ama okudukça acıtan bir roman Baragan'ın Dikenleri.... Bitince kekremsi bir tortu yaratan, iz bırakan....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

1 Ekim 2015

JERZY KOSINSKI: BOYALI KUŞ

Kitap adı: Boyalı Kuş
Orijinal adı: The Painted Bird
Yazar: Jerzy Kosinski
Çevirmen: Aydın Emeç
İlk yayınladığı sene: 1965

Yayınevi: E Yayınları (2. Baskı-2011)
Sayfa sayısı: 239
ISBN: 978-975-390-069-0








Boyalı Kuş, çok sert, çok zalim, çok acı verici bir roman... Hem okurken elinizden bırakamadığınız, hem de her satırında canlanan sahneyi görmemek için gözlerinizi sımsıkı kapatmak istediğiniz bir roman... Boyalı Kuş, yaşamın en acımasız halini içeren bir roman, hatta bir otobiyografi, bir anı kitabı......

Yazarını tanımadan ve hatta romanın sonundaki "sonsöz"ü okumadan Boyalı Kuş'u tanımlamak, doğru değerlendirmek pek olası değil. Jerzy Kosinski 1933'te Polonya'da doğuyor. 6 yaşındayken İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında, anne babasından uzak düşüyor, oradan oraya sürükleniyor. 9 yaşındayken şahit olduğu bir çatışma sonrasında konuşma yeteneğini kaybediyor. Ancak 5 yıl sonra, savaş bittikten sonra geçirdiği bir kaza sonrası konuşma yeteneği geri geliyor. 1957'de ABD'ye gidiyor. Kamyon şoförlüğünden, otopark bekçiliğine bir sürü değişik işte çalışıyor. Bir yandan da eğitimine devam etmek için Ford Vakfı Bursu alıyor. Belgesel ve roman yazmaya başlıyor. Bir çelik tüccarının zengin dul eşiyle tanışıyor ve onunla evlenerek yüksek sosyete hayatına giriş yapıyor. Bolluk, refah, parıltılar içindeki yaşamını 1991'de banyoda kendisini plastik torbayla boğarak sonlandırıyor....

İşte bu sıradışı ve belli ki "rahatsız" yaşamın can alıcı bir bölümünü anlatıyor Boyalı Kuş.... Doğu Avrupa olduğunu anladığımız ama tam olarak hangi topraklar olduğunu tanımlayamadığımız bir coğrafyada, ismini bilmediğimiz, İkinci Dünya Savaşı'nın karmaşasında anne babasından uzak düşmüş bir çocuğun ağzından yaşadıklarını okuyoruz... Bir zaman geliyor, bu kadarı da olmaz diyoruz isyanla.... O derece net ve sert ve acımasız bir dünya anlatılıyor bize bu romanda... Ama sonra, birden günümüz dünyasına bakıyoruz ve bir de ne görelim: aslında hiçbir şey değişmemiş, sadece şekil değiştirmiş ve aynı acımasızlık son sürat devam ediyor.... Hele bir de "Boyalı Kuş" hissedenlerdenseniz, o çocuğun kötülükle yoğrulmuş masumiyetinde doğan yalnızlığın içinizde sızım sızım dolaştığını duyumsuyorsunuz.... 

Ama bu romanı daha da vurucu kılan sonsözü.... Jerzy Kosinski'nin kitap yayınlandıktan 10 sene sonra yazdığı bu sonsöz, aradan geçen süre içinde, yazarın maruz kaldığı toplumsal linçin boyutlarını ortaya öyle bir koyuyor ki, bir de oradan bir darbe yiyorsunuz.... İkinci Dünya Savaşı'nın hepimizin bildiği gerçeklerini bu derece sansürsüz ve yalın ifade ettiği için, ne eski ne de yeni vatanında rahat edebiliyor yazar... hatta sadece kendisi değil, ailesi de nasibini alıyor bu saldırılardan.... Bir "Boyalı Kuş" olarak aldığı darbelere rağmen ayakta kalmaya çalışıyor... ta ki dayanamayıp, herşeyi sonlandırma kararını uygulayıncaya kadar....

Gerçeklere olduğu gibi bakma cesaretiniz varsa, günü geldiğinde "Boyalı Kuş" olmaya hazırsanız, hemen alıp okuyun bu kitabı... yok benim pencerem bana yeter diyorsanız, o zaman yorulmayın boşuna... 



23 Eylül 2015

ALBERT CAMUS: VEBA

Kitap adı: Veba
Orijinal adı: La Peste
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Nedret Tanyolaç Öztokat
İlk yayınladığı sene: 1947

Yayınevi: Can Yayınları (25. Baskı-2015)
Sayfa sayısı: 303
ISBN: 978-975-510-767-7








Albert Camus'yle ilk tanışmam, lise yıllarında... Fransız edebiyatı dersinde, Yabancı adlı romanını ilk cümlesinden itibaren didik didik ederek başlayan bir tanışma.... Bu tanışmadan bana kalan en güçlü iz, annesi yeni ölmüş kahramanın işyerindeki tuvalette ıslak banyo havlusuyla olan didişmesi... kopuk, isyankar bir yazar.... Camus'yle bir sonraki bir araya gelişim, 20'li yaşlarımın sonlarında, ölümüne sebebiyet veren araba kazası sonrasında, arabasında bulunan el yazmalarından yola çıkarak ölümünden sonra basılan İlk Adam... Yarıda bıraktığım, yine bir buhran hissi dışında tek bir iz bile bırakmamış bir eser... Ve şimdi, 40'lı yaşlarımın ortasında, ünlü Veba....

Kabul etmeliyim ki, ciddi bir önyargıyla başladım bu romana... İçimin kapanacağını, insana zaten az olan inancımın daha da örseleneceğini düşünerek başladım... Ama Veba, çok güzel harmanlanmış bir eser.... Çok karamsar bir tabloda, iyimserliğin filizlendiği; kitlelerin mutluluğunda bireysel kayboluşların muhteşem bir şekilde betimlendiği çok etkileyici bir eser.... Öyle katman katman ki, deneme ile roman arasında gidip geliyorsunuz adeta....

Roman, Cezayir'in Oran kentinde geçiyor... Kent, denizinden gelen yosun ve iyot karışık kokusuyla, yağmurlarının çamuruyla, sıcağının kavurucu rengiyle öyle güzel beliriyor ki gözünüzün önünde, gerçekten adeta o sokaklarda siz de geziyorsunuz.... İşte içine girdiğiniz, havasını solduğunuz bu şehirde veba salgını başlıyor, kent karantina altına alınıyor... Roman, karantina döneminde, birkaç kahramanın açısından yaşananları anlatıyor.... 

Bir din adamının inancı yeşertmek için vebadan medet ummayla başlayıp, inançsızlığa sürüklenen hikayesini; sevdiği kadına ulaşmak için karantinayı delmeye çalışan ve bu yolda tüm imkanlarını seferber eden bir genç adamın, bu fırsata ulaşınca vazgeçme hikayesini; karantina öncesi hapse girmek üzereyken intihara kalkışan ama vebayla birlikte özgürlüğe kavuşan adamın vebaya bel bağlaması hikayesini; veba hastalığıyla boğuşan doktorun o herşeyden kopuk ama bir o kadar da herşeyin içinde varoluşunun hikayesini öyle bir anlatıyor ki bu roman... Bak bu ne kadar doğru derken, bir anda kendinizi onun tam tersi bir başka olguyu olumlarken buluyorsunuz.... Beyaz ve siyahlara ayrılmış bir dünyada grinin sahipsizliğinde ve nihilizminde kalakalıyorsunuz....

Albert Camus'nun Veba'da, Nazi dönemindeki Fransız direnişini anlattığı da söyleniyor, geçmişte Oran'da yaşanmış öldürücü veba salgınlarını da.... Ama bence bu romanın en güzel yanı, siz neyi görmek, anlamak istiyorsanız, onu görebileceğiniz, anlayabileceğiniz bir eser olması.... İyimserlikle kötümserliğin iç içe girdiği ve birbirini yenemediği bir dünyada mutlu sonun bile bir başkası için (u)mutsuzluk olduğunu bir kez daha farkettiğiniz ve insanın özündeki iyiliği/kötülüğü bir kez daha teyid ettiğiniz bir eser...

Okuması kolay demiyorum bu roman için... ama okunması farz diyebiliyorum.....

12 Temmuz 2015

TARQUIN HALL: AŞK KOMANDOLARI VAKASI

Kitap adı: Aşk Komandoları Vakası
Orijinal adı: The Case of the Love Commandos
Yazar: Tarquin Hall
Çevirmen: Zeliha Babayiğit
İlk yayınladığı sene: 2013

Yayınevi: Büyülü Fener Yayınları (1. Baskı-2014)
Sayfa sayısı: 339
ISBN: 978-975-252-129-2






"Yaz geldi, deniz kenarında şöyle sürükleyici bir kitap okusam, polisiye de çok severim ama klişelerden de bıktım" diyorsanız içten içe ve üstüne bir de Hint kültürüne meraklıysanız, Aşk Komandoları Vakası tam sizlik!!

Baş kahramanımız "Hindistan'ın en Özel Dedektifi" Vish Puri, İngiliz yazar Tarquin Hall'un Güney Asya'da geçirdiği muhabirlik yıllarından sonra masa başına geçip yarattığı bir karakter. Titizliği, zorluğu, midesine düşkünlüğü ve egosu ile Hercule Poirot'yu andıran bir dedektif. Ama kıta Avrupası soyluluğunun ve nezaketinin yerini burada Hindistan'ın gelenekselciliği almış ve ortaya hem tanıdık ama bir o kadar da farklı bir kültürden gelen ilginç bir karakter çıkmış.... 

Bu kitapta, Vish Puri,  Hindistan'da kastlar arası evliliklere izin vermeyen geleneklerle savaşan gerçek bir Sivil Toplum Kuruluşu olan Aşk Komandoları'na yardım ederek gizemli bir olayı aydınlığa kavuşturmaya çalışıyor. Kendisi bununla uğraşırken, yaşını başını almış ama dedektiflik konusunda oğlundan geri kalmayan annesi de başka bir olayı çözmeye çalışıyor. Başlarına hem komik hem de heyecanlandırıcı olaylar geliyor... Ve tüm bunlar Hindistan'ın o karman çorman, rengarenk, binbir türlü baharat kokusunun birbirine karıştığı masalsı geri planında gerçekleşiyor....

Hercule Poirot, Miss. Marple, Sherlock Holmes gibi klasikleşmiş polisiye kahramanların öykülerinin tadını arayanlar, Vish Puri ve maceralarını çok sevecekler.... Günümüz dünyasına taşınmış ama klasik polisiyenin olmazsa olmazlarını tek tek içeren ve Hindistan gibi renkli ve baş döndürücü bir ortamda geçen bu roman, yazar Tarquin Hall'la ve etkileyici baş karakteri Vish Puri ile tanışmak için doğru bir adım olacaktır.....


11 Haziran 2015

DORIS LESSING: İYİ TERÖRİST

Kitap adı: İyi Terörist
Orijinal adı: The Good Terrorist
Yazar: Doris Lessing
Çevirmen: Zeynep Sirer
İlk yayınladığı sene: 1985

Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi (1. Baskı-2015)
Sayfa sayısı: 439
ISBN: 978-605-9908-12-2







Doris Lessing'i edebiyat dünyasının ayrıcalıklı yazarları arasına sokan özelliği, her eserinde okurunda, sanki bambaşka bir yazarın satırları arasında dolaşıyormuş hissini yaratmasında yatıyor diye düşünmüşümdür hep. 1985 senesinde kaleme aldığı İyi Terörist de işte bu hissi yaratan o güçlü eserlerden biri. 

Yazar, bu kitabı, 1983 senesinde Londra'da Harrods Mağazaları'nın IRA tarafından bombalanmasından esinlenerek yazmış. Boş bir evi işgal etmiş gençlerin kimlik bunalımı, amaç boşluğu ve dışlanmışlığı üzerine kurulu eser, bu esinlenme çerçevesinde, dönemin İngiltere'sinde, burjuva bir ortamda yetişmiş, burjuva değerlerle büyümüş ama kendi idealist ama bir o kadar da hayalci ilkeleriyle bu değerler arasına sıkışmış baş kahraman Alice'in öyküsünü ve onunla birlikte bir grup gencin teröriste dönüşme sürecini anlatıyor.

Aslında bu eser, yayınlandığında çok tartışmaya neden olmuş. Politik roman olarak basılmış olmasına rağmen, daha ziyade siyasi hiciv niteliği taşıdığından, karakterlerinin gerçekçiliğindeki zayıflığa kadar birçok açıdan çok eleştirilmiş. 

Bense, bu eseri okurken, daha çok karakter analizlerinden, roman kahramanı Alice'in ruh alemindeki baş döndürücü gel-gitlerden, çocuksu, masum ama bir o kadar da ütopik ideallerin hoyratça terörizme dönüşmesine giden süreci izlemekten hoşlandım. Hele de, insanın kendi kararları sonucu geldiği noktadan hoşnut değilse, her ne kadar bunu bilse de, yine de nasıl başkalarını ve hatta toplumu suçlama kolaylığına sığındığını bu kadar net bir şekilde görebilmek, bana bu romanı daha da çok sevdirdi.

Hem etkileyici yazım üslubu, hem de güçlü psikolojik analizleri için bu kitap okunmalı derim....


Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

27 Mart 2015

SEROL TEBER: AŞİYAN'DAKİ KAHİN

Kitap adı: Aşiyan'daki Kahin
Yazar: Serol Teber
İlk yayınladığı sene: 2002

Yayınevi: Okuyan Us Yayın (1. Baskı 2002)
Sayfa sayısı: 222
ISBN: 975-8420-63-1










Biyografi çok severim... İyi yazılmış bir biyografiyle en sıradan yaşamın bile ilgi çekici olabileceğine inanırım... Hele olağandışı bir yaşamın çok iyi yazılmasıyla ortaya çıkan biyografileri okumaktan çok büyük haz alırım.... İşte, ünlü şairimiz Tevfik Fikret'in, psikiyatr Serol Teber tarafından kaleme alınan yaşamı "Aşiyan'daki Kahin" böyle haz alınarak okunacak biyografilerden biri... 

Serol Teber aslında daha çok kendi alanında yani psikolojiyle ilgili kitapları olan bir isim. Yazdığı bu biyografi her ne kadar ilk bakışta biraz farklı gibi gelse de, Serol Teber kendi uzmanlık alanıyla bağdaştırmış eserini ve Tevfik Fikret'i psikolojik dünyasıyla aktarmış okura....

Tevfik Fikret'in iç dünyasına, eserlerine olduğu kadar, o dönemdeki Osmanlı toplumuna, siyasetine ve aydın kesimine de yoğun olarak yer veren bu biyografi, Tevfik Fikret'in sıradışı ve bir o kadar da ince bir çizgi üzerinde dengede kalmaya çalışarak geçen "sınır" dışı yaşamını ve hepsinden de öte bu yaşamı oluşturan ilkeleri, prensipleri, duyguları ve koşulları anlamanıza da imkan tanıyor.... Bir yandan da, kolay kolay öğrenemeyeceğiniz (ya da belki de ben daha önceden bilmediğim için bana zor bulunan gibi gelen) bilgilerle sizi donatıyor: Tevfik Fikret'in "Hemşirem İçin" isimli şiirinin Türk edebiyatında kadına yönelik şiddeti anlatan ve eleştiren ilk eser olduğunu, "Şermin"in yine Türk edebiyatında çocuklara yönelik ilk şiir kitabı olduğunu, Galatasaray Lisesi müdürlüğünden neden ayrıldığını, oğlu Haluk'u din değiştirip bir rahip olmaya yönlendiren sebepleri ve daha nicelerini... 

Ve tabii ki, bu kitapta, Tevfik Fikret'in sanatının izlerini sürüyorsunuz... Onu zamandan ve mekandan bağımsız ebedi kılan mısraları okudukça, onun sanatına hayran kalmanın yanı sıra, yaşadığımız toplumun, mitolojinin, tanrılarca lanetlenmiş kahramanı Sisifos'inkine benzeyen makus talihine yanıyorsunuz....

"Bir uğursuz dönem: yine çiğnendi andlar;
Çiğnendi, yazık, ulusun yüksek umudu!
Yasa diye topraklara sürtüldü alınlar;
Yasa diye, yasa diye, yasa tepelendi...
Boşuna çığlıklar yine, boşuna inilti!".....

"Yiyin, efendiler yiyin, bu iç açıcı sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!".....

"İnsanoğlu bıkmamış gerçekten
Ne ezilmekten, ne hakkı ezmekten.
Duymamış hiç bu işte yorgunluk;
Bir yakınma, hemen tokat, yumruk.
Yumruk elvermemiş, topuz vurmuş;
"Hak" diyen ağzı taşla susturmuş".....

Kitapta, hem Osmanlıca, hem Türkçe olarak yer alan şiirlerin büyük bir kısmı ise, Tevfik Fikret'in melankolik iç dünyasına yönelik olanlardan seçilmiş. Bunlar içinde, özellikle Cenap Şehabettin'e cevaben yazdığı "Cevâb" adlı şiiri son mısralarıyla esasen Tevfik Fikret'in kendini Aşiyan'a adeta tecrit etmesinin açıklaması niteliğinde:

"Böyle bir ağuya karşı sen: "Mutlu
olabildim." desen de hülyadır;
Olamazsın; o pek gölgeli
bir kuruntudur, tıpkı düş gibi...
Olamaz anlayan, gören mutlu!".....

Lise yıllarımda Baudelaire'in şiirlerini ezbere bilirken, Tevfik Fikret'i bu kadar tanımadan, bilmeden yetişmiş olmam, bilmem benim hatam mı? Ama Serol Teber'in geleneksel kalıpların dışındaki ve bu anlamda da oldukça değerli eserinin 2002 yılından bu yana sadece bir baskı yapabilmiş olması bile, aslında kendi içinde bu sorunun yanıtlarını taşıyor....

Ülkemizin eğitim kurumlarında edebiyat derslerinde şairlerimizi, yazarlarımızı böyle kitaplarla tanıyıp öğrenebileceğimiz güzel günlerin gelmesi temennisiyle......

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

22 Mart 2015

CEMİL KAVUKÇU: ÜSTÜ KALSIN

Kitap adı: Üstü Kalsın
Yazar: Cemil Kavukçu
İlk yayınladığı sene: 2014

Yayınevi: Can Yayınları (1. Baskı 2014)
Sayfa sayısı: 105
ISBN: 978-975-07-2350-6










1980 senesinden bu yana ülkemiz edebiyatının öykü yazarları arasında yerini almış ve bu alanın neredeyse tüm önemli ödüllerine layık görülmüş olan Cemil Kavukçu'yu daha önce hiç okumamıştım... Son kitabı sayesinde kendisiyle tanıştım ve görünen o ki, geriye dönüp ilk kitabından itibaren tüm eserlerini okumak benim için farz oldu...

Kitabı elime ilk aldığımda, Cemal Süreya'nın aynı isimli şiirinin izini aradım ilk olarak satırlar arasında doğal olarak... Ama ya ben bulamadım ya da gerçekten sadece son hikayenin adıydı "Üstü Kalsın"....

Eleştirmenler bu kitabını "ikinci ustalık döneminin yüksek bir basamağı" olarak tanımlamışlar Cemil Kavukçu'nun... Diğer eserlerini henüz bilemediğim için, benim açımdan "Üstü Kalsın" herhangi bir karşılaştırmadan bağımsız olarak, duru, ve doğal bir dille yazılmış, günlük yaşamın kesitlerine heyecan ve merak katan hikayelerden oluşan keyifli bir okuma deneyimi oldu....

9 hikayenin aslında sadece 3 tanesi birbiriyle bağlantılı, diğer öyküler bağımsız konulardan oluşuyor. Ama ben yine de, her bir hikayenin kendinden bir önceki hikayeyle küçük, ince, ima boyutunda da olsa bağlı olduğunu, birbirlerinin uzantısı olduğunu hissettim okurken ya da öyle bir izlenim yarattım kendi kafamda... Özellikle kasaba yaşantısı ortamında geçen öyküleri yalayıp süpürerek okudum büyük bir keyif ve iştahla...

Öykü okumaya meraklılar için, Cemil Kavukçu güzel bir dünya sunuyor bence... Ben geç de olsa olsa keşfettim bu dünyayı sonunda, size de tavsiye ederim....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

13 Mart 2015

NEDİM GÜRSEL: ACI HAYATLAR

Kitap adı: Acı Hayatlar
Yazar: Nedim Gürsel
İlk yayınladığı sene: 2014

Yayınevi: Doğan Kitap (1. Baskı 2014)
Sayfa sayısı: 232
ISBN: 978-605-09-2273-8










Japonların o ünlü çay merasimlerini hiç bizzat izlemedim... O her bir anı, her bir dokunuşu, her bir detayı özenle, dikkatle, itina ile yürütülen seremoninin bir parçası hiç olmadım... Ama Nedim Gürsel'in bu denemelerini okurken, sanki o çay merasiminde, sabırla demlenmiş çayı yavaşça kaselere akıtan bir geyşa gibi hissettim kendimi: her bir satırını doya doya içime sindirmeye çalışırken, gözümde sahneleri canlandırırken, bilmediklerimi, yeni öğrendiklerimi beynime nakşederken, o özenin, o zarafetin içinde hissettim kendimi....

Gerçekten çok etkileyici "Acı Hayatlar".... edebiyat üzerine bir deneme mi, yazarın kendi imgeleminde bir yolculuk mu yoksa gezi anıları mı, tam tanımlamak çok zor... belki de tanımlaması geleneksel kalıpların dışında olduğu için çok etkileyici, çok içine alıcı bir eser...

Nedim Gürsel, gittiği şehirlerde, o şehirlerde yaşamış ünlü sanatçılarının izinde, onlardan bir iz arıyor ya da belki de onların kendisinde bıraktığı izlerin peşinden gidiyor... Sadece sanatçıların mı? Edebiyat dünyasında kült olmuş roman kahramanlarına o şehrin kafelerinde, sokaklarında, otellerinde eşlik ediyor... Ve her seferinde hayallerinin, daha doğrusu o sanatçıyla ya da o kahramanla ilgili kafasında yarattığı izlenimlerin gerçeklere yenik düşmesinin yeisini hissediyor içinde ve okuruna da hissettiriyor.... İskenderiye'de Kavafis, Moskova'da Puşkin, Prag'da Kafka, Giverny'de Monet, Perpginan'da Dali şehrin silueti, sokakları, kokuları, renkleri arasında canlanıyor Nedim Gürsel'in kaleminde Nedim Gürsel'in anılarıyla kol kola, iç içe.....

Bütün bunlar bir yana, Acı Hayatlar'ın bence en güzel yanı, okuruna yeni kitapların kapısını aralaması.... Her bir sayfanın keşfedilecek yeni bir dünyanın anahtarını sunması....

Acı Hayatlar seyahat dünyası ile sanat dünyasını aynı potada buluşturan eşsiz bir eser.... Keyif ve keşif dolu bir okuma şöleni adeta.....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız




7 Mart 2015

YILDIRIM BÜKTEL: KÜLTÜR VE SANAT KENTİ FLORANSA VE TOSKANA BÖLGESİ

Kitap adı: Kültür ve Sanat Kenti Floransa ve Toskana Bölgesi
Yazar: Yıldırım Büktel
İlk yayınladığı sene: 2014

Yayınevi: E Yayınları (1. Baskı 2014)
Sayfa sayısı: 201
ISBN: 978-975-390-333-2









Tecrübeli profesyonel rehber Yıldırım Büktel, kanaatimce Türkçe seyahat kitapları alanındaki boşluğu tek başına kapatacak yakında... Moğolistan'ı anlatan ilk kitabından sonra şimdi de ağırlıklı olarak Floransa'yı anlatan kitabını yayınladı.... Bu eser de, oralara gitmeden, gidip gezmişsiniz hissini yaratıp, gözünüzde o coğrafyayı canlandırtıyor ve sadece coğrafya ile sınırlı kalmayıp, kısa bir zaman yolculuğu yaptırarak sizi Rönesans'ın göbeğine taşıyor....

Akademik bir eserin doğruluk ve nesnelliğinden şaşmadan ama aynı zamanda akıcı ve sürükleyici bir dille kaleme alınmış olan eser, insanlığı Rönesans'a taşıyan koşullar, Floransa'nın neden Rönesans'ın merkezi olduğu, sanat eserlerinin nasıl okunması/algılanması gerektiği gibi kavramsal bilgileri sunmanın yanı sıra Floransa'daki belli başlı eserleri de tek tek anlatıyor.. Bu yörenin tarihinden, mutfağına, toplumsal gelişmelerinden doğasına her şeyi kapsıyor... Bütün bunlar bir yana, bence kitabın en güzel yanı matruşka gibi olması: sayfalarında ilerledikçe, şunu da daha kapsamlı öğreneyim, şu sanatçıyı da daha detaylı tanıyayım, tarihin o yıllarını hiç bilmiyorum, biraz da o alana odaklanayım gibi yepyeni kapılar açıyor okurda....

Floransa'ya gitmişliğim hiç olmamasına rağmen, beni yabancılık çekmeden bu şehrin sokaklarında gezdiren kitabı bitirdim bitireli, en heyecan verici seyahat güzergahı hayalim bu coğrafya oldu... İlk fırsatta insanı Floransa seyahatine çıkmaya sevkeden bu kitabı, yanınızda götürmeyi sakın unutmayın... Bu kitaptan başka bir rehbere ihtiyacınız olmadan bu coğrafyayı adım adım gezebilirsiniz, o derece kapsamlı bir rehber bu eser.....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

27 Şubat 2015

İVAN ALEKSANDROVİÇ GONÇAROV: OBLOMOV

Kitap adı: Oblomov
Orijinal adı: Oblomov
Yazar: İvan Aleksandroviç Gonçarov
Çevirmen: Sabahattin Eyüboğlu & Erol Güney
İlk yayınladığı sene: 1859

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları (12. Baskı-2013)
Sayfa sayısı: 619
ISBN: 978-975-458-719-7






Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi ile ilk olarak 1945 senesinde Türkçe'ye çevrilen Oblomov 619 sayfalık cüssesiyle kitaplığımda uzun süredir okunmayı bekliyordu... "Oblomovluk yapma" deyimini duyup da bu kitabı merak etmeyen olmadığı gibi, ben de okumak için fırsat kolluyor ama çok uzun olduğunu düşünüp bir türlü başlamayı göze alamıyordum... Ne gaflet.... Elime aldığım gün, kitabın içine gömüldüm: kâh gülümseyerek, kâh gözlerim yaşlı, kimi zaman da derin derin düşüncelere dalarak sayfaları arasında unutulmaz bir seyahata çıktım....

19. yüzyıl Rus edebiyatında derin bir iz bırakmış olan Gonçarov,  bu eserinde dönemin Rus asilzadelerinin yaşamını ve ekonomik yapısını eleştiriyor ve ortaya çok güçlü bir hiciv çıkıyor... Ama tıpkı tüm güçlü edebiyat eserlerinde olduğu gibi, Oblomov da tarihinin ve döneminin sınırlarının çok dışında, insanlığın her dönemine hitap eden bir dünyanın kapılarını aralıyor okuruna...

Romanın baş kahramanı İlya İlyiç Oblomov, bir asilzadedir... Çiftliğinden gelen parayla yaşamını idame ettiren, hiçbir iş yapmayan, sürekli neler yapacağının hayalini kurup, bir türlü o hayal için adım atamayan.... Ama okur asla onu satıhta bir tanımlamayla "aylak", "işsiz güçsüz" diye yaftalayamaz kolay kolay çünkü yazar, Oblomov'u Oblomovluk yapmaya itenleri, içinden geçenleri sürekli okura hatırlatır, anlatır ve Oblomov'u sever okur: içindeki temizliği, saflığı sever, kendindeki "bilinçli pasifliği" bulur İlya İlyiç'te ve hatta İlya İlyiç'e müteşekkir olur: küçük Oblomovluklar yapsa da, onun kadar pasif, onun kadar vazgeçmiş olmadığını keşfeder zira ve şükreder...  Senancour'un "Obermann"ındaki kibirli, şımarık, sürekli birşeyler isteyen aylak asilzadesinden çok farklıdır Gonçarov'un Oblomov'u.... O sadece gerçek hayat ile başa çıkmak için yaratılmamıştır, hepsi bu....

Romanda Oblomov baş kahramanımız olsa da, onun çevresindeki insanlar, Alman kökenli arkadaşı Ştolts, tıpkı efendisi gibi gerçek hayata hazır ol(a)mayan hizmetçisi Zahar, aydınlanan Rus kadının temsilcisi Olga, yaşamını başkalarına adamış, mutluluğu basit detaylarda bulan kadınların temsilcisi Agafya da romanın ayrılmaz bir parçasıdırlar... her biri yaşamımıza giren çıkan, sokakta karşılaştığımız, apartmanda alt katta oturan komşu kadar gerçek, güncel ve kanlı canlıdır....

Oblomov, eğer edebiyat meraklısı iseniz, bir "olmazsa olmaz".... Sizi yavaş yavaş hipnotize eden, gözünüzün önünde şırıl şırıl akan bir dere kadar dingin olduğunu sanarken, bittiğinde, okyanusun derinliklerinde bir vurgun yemişsinizcesine sizi etkileyen bir eser....

Bu kitabı satın almak isterseniz bu linki tıklayınız

6 Şubat 2015

J.D. SALİNGER: FRANNY VE ZOOEY

Kitap adı: Franny ve Zooey
Orijinal adı: Franny and Zooey
Yazar: J. D. Salinger
Çevirmen: Ömer Madra
İlk yayınladığı sene: 1961

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (13. Baskı-2014)
Sayfa sayısı: 151
ISBN: 978-975-363-120-0








Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabıyla tanıştığım J.D. Salinger'i tanımaya Franny ve Zooey ile devam ettim bu sene. 

The New Yorker dergisinin 1955 Ocak sayısında yayınlanan Franny ve aynı derginin 1957 Mayıs sayısında yayınlanan Zooey isimli hikayeler 1961 senesinde kitap haline gelmiş ve 1961-1962 yıllarında tam 25 hafta boyunca en çok satanlar listesinin bir numarasında yer almış...

Kitabın en çok satanlar listesine girmiş olması çok ilginç aslında: ya o zamanlar "en çok satanlar" tanımı başkaymış, ya da dönemin okurları, kitapseverleri farklı bir profile sahipmiş... Çünkü Franny ve Zooey zor okunan, zor derken, okurun çaba göstererek okuması gereken bir kitap...

Bende sinematografik bir izlenim bırakan bir kitap oldu: okurken kendimi bir tiyatro sahnesi ya da beyazperdeye yansıyan bir film izlermiş gibi hissettim bu kitabın sayfalarında ilerlerken. Hatta öyle ki, sanki tüm algılarım sonuna kadar açıkmış gibi, kahramanın saçını kulağına arkasına alırken çıkan o belli belirsiz sesi, kahramanın derin derin nefes alırken, bıraktığı nefesin enseme değen sıcaklığını, kahramanın içtiği puronun saatler sonra bile koltuk kumaşlarına sinen ağır kokusunu hissettim, duydum okurken.... 

Birbirine bağlı iki öyküden oluşan kitap, kalabalık Glass ailesinin iki çocuğunu anlatıyor. Derin karakter tahlilleri din felsefesi ile içiçe girmiş bir şekilde, dönemin toplumsal değerlerinden oluşan bir çerçeve içinde kitabı kaplıyor... Spesifik bir olay, spesifik bir durum, spesifik bir sonuç yok bu eserde.... Günlük hayatın içine kafasını bir uzatmış, sonra da birden geri çekmiş bir devin gördükleri, duydukları gibi bir anlamda ama bir anlamda da bir deneme gibi fikir ve düşünce dünyasında adım adım ilerleyen....

Kısacası ilginç, etkileyici ve düşündürücü bir eser Franny ve Zooey... Uğraş vererek okumayı sevenler için birebir....

Bu kitabı satın almak isterseniz bu linki tıklayınız

23 Ocak 2015

REŞAD EKREM KOÇU-ESİRCİBAŞI

Kitap adı: Esircibaşı
Yazar: Reşad Ekrem Koçu
İlk yayınladığı sene: 1944

Yayınevi: Doğan Kitap  (3. Baskı 2004)
Sayfa sayısı: 134
ISBN: 976-6612-27-4










Tarihi roman sevenler için Reşad Ekrem Koçu'nun eserleri gerçekten inanılmaz bir hazine... Her ne kadar eserlerinin yeni baskılarını bulmak uzun zamandır mümkün değilse de, tarihin izinden gidenler için sahaflarda bu hazineye ulaşmak halen olası. 

Reşad Ekrem Koçu çok ciddi araştırmalar yapan ve romanlarında bu araştırmalarından yola çıkarak karakterlerini, olay örgülerini yaratan bir sanatçı. Ama maalesef eserlerinde kaynakça belirtmemiş olması, yazdıklarına, kimi çevrelerce hakettiği değerin verilmemesine sebebiyet vermiş ve halen de veriyor. 

Reşad Ekrem Koçu'nun eserlerinde beni en çok etkileyen okurunu topyekun bir şekilde geçmişe taşıması. Hele de, günümüzün, kahramanlarının olaylara, kullanılan bir kaç eski sözcük süslemesiyle ve fakat tamamen günümüzün toplumsal tepkileriyle yaklaştığı anakronizm dolu popüler tarihi romanları ve filmleriyle karşılaştırıldığında, adeta gerçek bir zaman yolculuğu yapmak demek Koçu'nun romanlarını okumak... Hatta itiraf etmeliyim ki, onun yazdığı satırlarda dolaşırken, bu adam gerçekten de bu dönemde yaşamış olabilir mi diye sorgulamıyor değilim: romanlarındaki dünya ve insanlar o kadar gerçek, o kadar itina ile tanımlanmış... Hele kullandığı dil... zengin, dolu dolu, ışık ışıl, rengarenk, haz dolu...

Esircibaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale Devri'ni ve bu devri sonlandıran Patrona Halil İsyanı'nı anlatıyor... Tarihin gerçek kahramanları, kurgusal kahramanlarla birleşiyor... Kağıthane'deki sefadan, Üsküdar'daki balıkçı mahallelerine, Kapalıçarşı'nın esnafından sarayın entrikalarına dönemin her bir unsuru rengiyle, nüansıyla, sözcükleriyle, şiirleriyle ve hatta adeta kokusuyla önünüze dökülüyor...

Tarihi roman severlere bu eseri gönülden tavsiye ediyorum... Hem keyifle hem de yeni şeyler öğrenerek geçirecekleri bir okuma serüveni için bu eser en doğru seçim olacaktır....


Bu kitabı satın almak isterseniz, bu linki tıklayınız

5 Ocak 2015

STEFAN ZWEIG: İNSANLIĞIN YILDIZININ PARLADIĞI ANLAR

Kitap adı: İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar
Orijinal adı: Sternstunden der Menschheit
Yazar: Stefan Zweig
Çevirmen: Kasım Eğit
İlk yayınladığı sene: 1927

Yayınevi: Can Yayınları (13. Baskı-2013)
Sayfa sayısı: 247
ISBN: 978-975-07-1554-9









Yeni yılın ilk kitabı çok önemlidir benim için hep... Güzel bir kitapla başlarsam seneye, o senenin kitap hasadında yüzüm gülecek diye düşünürüm. Bu nedenle 2015'e Stefan Zweig ile, hele de bu muhteşem eseriyle girmek harika bir başlangıç oldu benim için....

Usta yazarın bu eserini daha önce okumadığım için çok kızdım kendime... Yıllardır ne büyük bir zenginliği kaçırıyormuşum meğer..... Kitapta hikaye mi desem, biyografi mi desem bilemediğim 12 farklı bölüm var. Herbiri tarihin önemli bir dönemecini anlatan bölümler... Bazıları hepimizin bildiği dönemeçler: İstanbul'un Fethi, Dostoyevski'nin idamdan son saniyede kurtulması, Waterloo Savaşı gibi... ama bazıları önemine ve sonrasında yarattığı etkiye rağmen hiç duymadığımız dönemeçler: Fransa milli marşının ortaya çıkışı, bir Avrupalı'nın ilk kez Büyük Okyanus'u görmesi, keşfetmesi gibi... Bölümlerin formatı da odak noktasındaki kişiliklere göre farklılık içeriyor: Dostoyevski'nin hikayesi şiir olarak, Tolstoy'unki ise tiyatro oyunu olarak yazılmış örneğin... Dönemeçlerdeki olaylarda öne çıkan karakterlerden belki de daha çok gölgede kalmış karakterler okuru daha çok etkiliyor, daha çok düşündürüyor... Tarihe mal olmuş bu anlar iyisiyle, kötüsüyle, herhangi bir taraf tutmadan ve tarihin acımasız gerçekçiliğiyle vücut buluyor bu satırlarda....

Hem edebi bir şölen, hem de vurucu bir tarihsel gezinti için, büyük usta Stefan Zweig'in bu eserini çok tavsiye ediyorum...