1 Mayıs 2016

J.M COETZEE: UTANÇ


Kitap adı: Utanç
Orijinal adı: Disgrace
Yazar: J.M. Coetzee
Çevirmen: İlknur Özdemir
İlk yayınladığı sene: 1999

Yayınevi: Can Yayınları (7. Baskı-2013)
Sayfa sayısı: 258
ISBN: 978-975-07-0038-5









Adını telafuz etmekte bile yakın zamana kadar zorlandığım John Maxwell Coetzee'nin ismini, 2003 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü alıncaya kadar duymamış olmayı kendi utanç haneme yazarak, yazarın 1999 senesinde Man Booker Roman Ödülü kazandığı "Utanç" romanını sizlere tanıtmak istiyorum.

Güney Afrika'nın her türlü klişe ve romantik anlatımdan arınmış, gaddar ve zalim gerçekçiliğini sahne olarak kullanan romanda, Lord Byron'a odaklanmış, kösnül dürtülerini kontrol altına almak konusunda çaba göstermekten uzak bir üniversitesi hocası ile taşrada bir çiftliğe kendini kapatmış olan kızının birbirinden çok farklı ama bir şekilde de üst üste örtüşen yaşamı anlatılıyor.

Ortak bir yanları olmasa da birlikte yaşamak zorunda kalan baba ve kızın, kendi yaşamlarındaki başarısızlıkları samimi bir şekilde kabullendikleri romanda, bir yandan heyecanı asla azalmayan bir aksiyon, diğer yandan ise çok sarsıcı duygu analizleri başrolü paylaşıyor. Her ne kadar olaylar havada kalacak şekilde, okurun hayal gücünde sonuca ulaşmak üzere hasada yatırılsa da, romanın son sayfasına geldiğinizde herhangi bir eksiklik hissetmiyorsunuz.

Roman, adını neredeyse her anlamıyla, her yönüyle, her boyutuyla kapsıyor: bireysel, toplumsal, kadınsı, erkeksi, hayvansı, olası tüm utançlar bu kitapta önünüzden bir geçit yapıyor...

Çok akıcı, hemen bitirmek isteyeceğiniz türden bir tempoyla ilerleyen ama sarsıcı bu romanı çok tavsiye ediyorum....


Bu kitabı satın almak isterseniz bu linki tıklayınız

27 Mart 2016

ORÇUN ÜNAL: DEKADANS VE ÖLÜM

Kitap adı: Dekadans ve Ölüm
Yazar: Orçun Ünal
İlk yayınladığı sene: 2014

Yayınevi: Edebi Şeyler-Raskol'un Baltası (1. Baskı 2014)
Sayfa sayısı: 130
ISBN: 978-605-5185-37-4









Orçun Ünal, 1983 doğumlu, kendini "2006 yılında öldü, 2013 yılında dirildi, bu kitaptaki bütün öyküleri in morte yazdı, maalesef halen (tekrar öleceği güne kadar) yaşamaktadır" diye tanımlayan bir yazar... Onun bu kitabını yayınlayan Raskol'un Baltası "yüksek edebiyat bize alçak geliyor, edebi hiza aramıyoruz, anlatıyı kısıtlayan kuralların alaşağı edilmesinden zevk alıyoruz, çatışkan Raskalnikovlar arıyoruz" diyerek kendini konumlayan bir yayınevi.... Bu ikilinin kombinasyonundan ortaya çıkan eser ise, tahmin edileceği gibi, vurucu, zorlayıcı ama fevkalade etkileyici...

Açıkçası, edebiyat konusunda gelenekseli zorlama çabalarını çoğu zaman eğreti, hatta yapmacık bulmuşumdur. Anlaşılmazlık kisvesi altında "ancak derin okurların anlayabileceği kadar üstün bir yazın yeteneği" iddiasını komik ve zavallı bulmuşumdur. Ve bu nedenle, aslında bu kitaba başlarken de, hele yazarın ve yayınevinin kendilerini tanımlama yazılarını okuyunca, aynı yapmacıklıkla karşı karşıya kalacağımın önyargısını taşıyordum. Herhalde daha fazla yanılamazmışım....

Orçun Ünal, absürdite sınırlarını zorlayan öyküler sunuyor biz okurlara... Eğer illa bir örgü, bir akış, bir bütünsel anlatım arıyorsanız, bu öykü kitabı sizin için doğru tercih olmayacaktır bu nedenle. Öte yandan, hayli de bencil bir eser, okurdan bağımsız, okuru hatta belki de umursamayan, anlatılmak istenenlere ulaşmada ona yardımcı olmak bir yana, okuru kendi başına boşlukta bırakan, çıtası çok yüksek bir öyküler bütünü....Amma velakin, herşeye rağmen, dil kullanımı ve yaratıcılık açısından, uzun zamandır okuduğum en güçlü "yeni" eser diye tanımlayabilirim "Dekadans ve Ölüm"ü...

Dilin bir matematik formülüne dönüştürülmesinden, uzamsal boyuta taşınmasına kadar ince ince işlendiği ve bu yapılırken, bir yandan da çarpıcı ve bir o kadar da doğal bir anlatımın sunulduğu, farklı bir eser. Çok nadirdir benim için, ama basit cümlelerine rağmen, her satırını, lezzetli bir yemekten alınan bir lokmanın tadını çıkartmaya çalışmak gibi, yeniden yeniden okuyup üzerinde düşünmek değil de hissetmek istediğiniz bir eser.....

Zorlanmaya hazırsanız, bu kitabı çok tavsiye ediyorum ve Orçun Ünal'ın yeni kitaplarını heyecanla bekliyorum....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

15 Mart 2016

CEMAL SÜREYA: 99 YÜZ

Kitap adı: 99 Yüz
Yazar: Cemal Süreya
İlk yayınladığı sene: 1991

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (5. Baskı 2015)
Sayfa sayısı: 474
ISBN: 978-975-08-08577-6









Cemal Süreya'yı şiirleriyle tanırız... 99 Yüz ise, onun gözünden Türkiye gündemine mal olmuş insanları tanımamıza imkan veren bir "söz senaryosu" kendi deyimiyle.... Bu insanların Cemal Süreya'daki izdüşümleri vücut bulmuş bu eserde...

İlk beklenti belki sanat dünyasındaki isimlerin burada ön plana çıkması yönünde olabilir ama öyle değil: Cemal Süreya'nın uzun yıllar süren bürokrat kariyerinin de etkisiyle muhtemelen, dönemin devlet adamları da yerini almış 99 Yüz'de... 70'li ve 80'li yılların isimlerinin ağırlıklı olarak yer almasından dolayı, bu kitap belki de orta yaş ve üzeri için daha anlamlı olabilecektir ama daha genç nesiller de, Cemal Süreya'nın o muhteşem vurucu insan betimlemelerini bulabilirler bu eserde....

Hadi sizleri meraka sürükleyeyim biraz: Cemal Süreya'nın "cinsellik vatansızı" diye tanımladığı kim olabilir sizce? İş dünyasının İsmet Paşa'sı dediği hangi işadamı olabilir? "Onunki gönül serüveni değil acele erotizm"di dediği, yasak aşkı aylarca manşetleri kaplamış devlet adamı kimdi? "İnanç terimleriyle yalan söyleyen, hesap verir gibi dikte eden" diye gözlemlediği devlet adamı kim olabilir?

Bu soruların cevaplarını, tarihle ve gündemle ilgili birçok bilinmeyeni öğrenmek ve üzerine bir de Cemal Süreya'nın o insanı etkisi altına alan üslubunu yudumlamak istiyorsanız, bu kitabı çok tavsiye ederim, çok....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

14 Şubat 2016

KATHARINA BURDEKIN: SWASTİKA GECELERİ

Kitap adı: Swastika Geceleri
Orijinal adı: Swastika Night
Yazar: Katharina Burdekin
Çevirmen: Mehtap Gün Ayral
İlk yayınladığı sene: 1937

Yayınevi: Encore Yayınları (3. Baskı-2015)
Sayfa sayısı: 232
ISBN: 978-605-85414-9-8








İngiliz kadın yazar Katharine Burdekin'in 1937'de Murray Constantine takma adıyla yayınladığı bu roman, feminist distopik edebiyatın öncüsü olarak kabul ediliyor. Hatta distopik edebiyatta, 1984, Fahrenheit 451 gibi kült eserlerin ana esin kaynağı olduğunu iddia edenler dahi var. Bu roman uzun yıllar gölgede kalmış ve ancak 1985'te yeniden yayınlanınca, hak ettiği ilgi ve övgüye kavuşabilmiş.

Sadece faşist düzeni değil, faşist düzendeki erkek egemenliğini sorgulayan roman, Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesinden 700 sene sonraki dünyayı anlatıyor. Dünya üzerinde iki imparatorluk kalmıştır: biri Alman İmparatorluğu, diğeri ise Japon İmparatorluğu... Hitler "tanrı" statüsüne kavuşmuştur, "Nazilik" ise bir dine dönüşmüştür. Çok az sayıda olan Hristiyanlar barbar olarak kabul edilmektedir. Museviler ise yeryüzünden silinmiştir. Kadınlar sadece üreme amaçlı kullanılmakta ve bir tür toplama kampı ortamında kapalı olarak yaşamaktadır. Tüm toplum erkeklerin egemenliğindedir. Geçmişe dair her türlü kayıt ya silinmiş ya da yeniden yazılmıştır. Gerçek yeniden tanımlanmıştır. Bunca yıldır devam eden baskıya rağmen, yine de "yeniden tanımlanmamış" gerçeği arayan insanlar da vardır.

Her ne kadar çok ilgi çekici bir konusu olsa da, romanın kurgusunda, karakterler arasındaki diyalogların uzun "monolog"lar şeklinde, yazarın teori ve görüşlerini dile getirme işlevi görmesi, romanın okunmasını biraz zorlayıcı kılıyor. Ama yine de, distopik edebiyatla ilgileniyorsanız, okumadan geçmemeniz gereken bir roman Swastika Geceleri....

Bu kitabı satın almak isterseniz bu linke tıklayınız



10 Ocak 2016

ALEKSANDROS PASPATİS: İSTANBUL'UN ORTODOKS ESNAFI

Kitap adı: İstanbul'un Ortodoks Esnafı
Orijinal adı: İpomnima Peri Tu Grekiku Nosokomiu Ton Epta Pirgon
Yazar: Aleksandros Paspatis
Çevirmen: Marianna Yerasimos
İlk yayınladığı sene: 1862

Yayınevi: Kitap Yayınevi (1. Baskı-2014)
Sayfa sayısı: 229
ISBN: 978-605-105-138-3







Tarihe meraklılar için, tarihçilerin eserleri kadar, tarihe düşülmüş kayıtlar da bir o kadar değerli olabiliyor. İşte, Aleksandros Paspatis'in bu eseri de, 1833-1860 yılları arasındaki İstanbul'u, hatta Osmanlı İmparatorluğu'nu anlamak, azıcık da olsa gözünüzde canlandırmak için çok zengin bir kaynak.

Paspatis, her ne kadar Türk okurları için yabancı bir isim olsa da, bizantinolog ve tarihçi olarak kabul edilen, Osmanlı topraklarındaki çingenelerden Bizans dönemi İstanbul'un topoğrafyasına, doğum yeri olan Sakız Adası'nın diyalektinden, tıp konularına çok sayıda yazılı eseri olan bir şahsiyet. Ama esas mesleği doktorluk ve 1840-1882 yılları arasında tam 40 sene aktif hekim olarak çalışmış bir kişi. 

Bu kitap da, kendisinin Balıklı Rum Hastanesi'nde görev yaptığı 1833-1860 yılları arasında, hastaneye tedavi için gelen hastalar hakkında tuttuğu kayıtlardan derlediği bir eser. Öyle elinize alıp ara vermeden satır satır okuyacağınız türden bir kitap değil tabii ki: içinde listeler, istatistikler de yer alıyor. Ama bu verilerin hepsi, yazarın (ve tabii aynı zamanda hekimin) döneme ilişkin kişisel gözlemleri ve yorumları eşliğinde sunuluyor. Çevirmen Marianna Yerasimos da harika bir iş çıkartmış: sadece çevirmekle kalmamış eseri, zengin dipnotlarla, günümüz okurunun, okuduklarını görselleştirmesine imkan tanıyacak çok anlamlı bir destek sunmuş. 

Resmi tarihin olağan filtrelerinden kaçınıp, tarihin gerçek yüzüne şöyle bir bakabilmek istiyorsanız, bu referans kitabını çok tavsiye ederim: 19. yüzyılın ikinci yarısındaki İstanbul'u ve Osmanlı'yı günlük yaşamın gerçeğe dayalı verileriyle tanıyabilmek için ulaşabileceğiniz güzel bir kaynak bu eser....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız








11 Ekim 2015

PANAIT ISTRATI: BARAGAN'IN DİKENLERİ

Kitap adı: Baragan'ın Dikenleri
Orijinal adı: Les Chardons du Baragan
Yazar: Panait İstrati
Çevirmen: Alper Turan
İlk yayınladığı sene: 1928

Yayınevi: Fabula Kitap (1. Baskı-2015)
Sayfa sayısı: 116
ISBN: 978-605-9115-63-6








Panait İstrati rahmetli babamın en sevdiği yazarlardandı... 15-16 yaşlarındayken, yazları okul tatilken, sokakta oynamamıza sıcak diye izin verilmediği öğlen saatlerinde onun kitaplığına dalar, yaşımın anlamama izin vermemesine rağmen, kitaplığındaki klasikleri okurdum.. İşte o günlerde, Panait İstrati'nin kitaplarını da okumuştum ama geriye hiçbir şey kalmamıştı....

Babamın o zamanlarki yaşına ulaştığım bugünlerde, yeniden o yazarları keşfediyorum... Panait İstrati ile gerçek tanışmam da işte bu "keşif" amacıyla oldu... ve neden babamın bu yazardan bu kadar etkilendiği anlayabildim sonunda....

Baragan'ın Dikenleri, biten yazın tozlu, kurak ve özlem dolu günlerini andıran bir roman... Kahramanımız bir çocuk... Romanya'nın kırsalında, çocuksu hayalleri yaşamın acımasızlığına direnen bir çocuk.... Fakirliğin, yoksulluğun ve gücün acımasızlığının lime lime ettiği yaşamında, Baragan'ın dikenlerinin peşinden koşarak kaderini "yaratan" bir çocuk....

Roman, bize Romanya'nın köylerindeki acımasız düzeni anlatıyor ama esasında tüm dünyaya hakim olan adaletsizliği göz önüne seriyor... Köylünün yaşam savaşını ve sonuç vermeyen, boşa giden başkaldırısını resmediyor... Kitabın sayfalarında ilerledikçe, dünyanın değişmeyen düzenine lanet okuyorsunuz... ve ümidinizi yitiriyorsunuz ve sonra bir bakıyorsunuz, yaşam devam etmiş.... küçük güzellikler ve mutluluklar, düzenin boğucu kötücüllüğünü herşeye rağmen gölgelemiş....

Hızla okunan, ama okudukça acıtan bir roman Baragan'ın Dikenleri.... Bitince kekremsi bir tortu yaratan, iz bırakan....

Bu kitabı satın almak isterseniz burayı tıklayınız

1 Ekim 2015

JERZY KOSINSKI: BOYALI KUŞ

Kitap adı: Boyalı Kuş
Orijinal adı: The Painted Bird
Yazar: Jerzy Kosinski
Çevirmen: Aydın Emeç
İlk yayınladığı sene: 1965

Yayınevi: E Yayınları (2. Baskı-2011)
Sayfa sayısı: 239
ISBN: 978-975-390-069-0








Boyalı Kuş, çok sert, çok zalim, çok acı verici bir roman... Hem okurken elinizden bırakamadığınız, hem de her satırında canlanan sahneyi görmemek için gözlerinizi sımsıkı kapatmak istediğiniz bir roman... Boyalı Kuş, yaşamın en acımasız halini içeren bir roman, hatta bir otobiyografi, bir anı kitabı......

Yazarını tanımadan ve hatta romanın sonundaki "sonsöz"ü okumadan Boyalı Kuş'u tanımlamak, doğru değerlendirmek pek olası değil. Jerzy Kosinski 1933'te Polonya'da doğuyor. 6 yaşındayken İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında, anne babasından uzak düşüyor, oradan oraya sürükleniyor. 9 yaşındayken şahit olduğu bir çatışma sonrasında konuşma yeteneğini kaybediyor. Ancak 5 yıl sonra, savaş bittikten sonra geçirdiği bir kaza sonrası konuşma yeteneği geri geliyor. 1957'de ABD'ye gidiyor. Kamyon şoförlüğünden, otopark bekçiliğine bir sürü değişik işte çalışıyor. Bir yandan da eğitimine devam etmek için Ford Vakfı Bursu alıyor. Belgesel ve roman yazmaya başlıyor. Bir çelik tüccarının zengin dul eşiyle tanışıyor ve onunla evlenerek yüksek sosyete hayatına giriş yapıyor. Bolluk, refah, parıltılar içindeki yaşamını 1991'de banyoda kendisini plastik torbayla boğarak sonlandırıyor....

İşte bu sıradışı ve belli ki "rahatsız" yaşamın can alıcı bir bölümünü anlatıyor Boyalı Kuş.... Doğu Avrupa olduğunu anladığımız ama tam olarak hangi topraklar olduğunu tanımlayamadığımız bir coğrafyada, ismini bilmediğimiz, İkinci Dünya Savaşı'nın karmaşasında anne babasından uzak düşmüş bir çocuğun ağzından yaşadıklarını okuyoruz... Bir zaman geliyor, bu kadarı da olmaz diyoruz isyanla.... O derece net ve sert ve acımasız bir dünya anlatılıyor bize bu romanda... Ama sonra, birden günümüz dünyasına bakıyoruz ve bir de ne görelim: aslında hiçbir şey değişmemiş, sadece şekil değiştirmiş ve aynı acımasızlık son sürat devam ediyor.... Hele bir de "Boyalı Kuş" hissedenlerdenseniz, o çocuğun kötülükle yoğrulmuş masumiyetinde doğan yalnızlığın içinizde sızım sızım dolaştığını duyumsuyorsunuz.... 

Ama bu romanı daha da vurucu kılan sonsözü.... Jerzy Kosinski'nin kitap yayınlandıktan 10 sene sonra yazdığı bu sonsöz, aradan geçen süre içinde, yazarın maruz kaldığı toplumsal linçin boyutlarını ortaya öyle bir koyuyor ki, bir de oradan bir darbe yiyorsunuz.... İkinci Dünya Savaşı'nın hepimizin bildiği gerçeklerini bu derece sansürsüz ve yalın ifade ettiği için, ne eski ne de yeni vatanında rahat edebiliyor yazar... hatta sadece kendisi değil, ailesi de nasibini alıyor bu saldırılardan.... Bir "Boyalı Kuş" olarak aldığı darbelere rağmen ayakta kalmaya çalışıyor... ta ki dayanamayıp, herşeyi sonlandırma kararını uygulayıncaya kadar....

Gerçeklere olduğu gibi bakma cesaretiniz varsa, günü geldiğinde "Boyalı Kuş" olmaya hazırsanız, hemen alıp okuyun bu kitabı... yok benim pencerem bana yeter diyorsanız, o zaman yorulmayın boşuna...